Mustafa Kemal Atatürk'ü neden bu kadar çok özlüyoruz?
Bugün, sirenler çaldığında, sadece saygı duruşunda bulunmayalım. Gözlerimizi kapayıp, kurduğu cumhuriyet için verdiği o büyük mücadeleyi, kadınlara emanet ettiği özgürlüğü, çocuklara armağan ettiği bayramı bir daha düşünelim. Ve kendimize soralım: Biz, O'nun “En büyük eserim” dediği Cumhuriyet için bugün ne yaptık?

Onur AKAY
Her 10 Kasım sabahı, Türkiye'nin kalbi, 87 yıl önce duran bir saate doğru ağır ağır atar. Sis, sadece İstanbul'un değil, milletçe içimize çöken bir hüznün perdesidir. Ve o saat 09:05'i gösterdiğinde, sirenler sadece kulaklarımızda değil, ruhumuzun en derininde yankılanır.
Bugün, Mustafa Kemal Atatürk'ü kaybedişimizin 87. yılı.

Bugün sizler için hâlâ aramızda yaşattığımız o eşsiz varlığı yazmak istiyorum.
Çünkü O, tarih kitaplarının soğuk sayfalarına sığmayacak kadar sıcak, ansiklopedi maddelerine hapsolamayacak kadar özgür bir ruhtur.
Cephelerde bir volkan gibi coşan, devlet kurarken bir çelik irade gibi duran Mustafa Kemal'in, bir karıncanın bile hayatına kıyamayacak kadar ince bir ruha sahip olduğunu biliyor muydunuz?
Yalova'da yapılacak bir köşk için, temel kazılırken bir çınar ağacının dalının kesilmek istenmesine izin vermemiş, bunun yerine bina temelinin ray sistemlerle kaydırılmasını emretmiştir. Bu, sadece bir doğa sevgisi değil yaşama saygıda zarafettir. Bu, onun modernleşme anlayışının doğayla uyum içinde olduğunun en somut kanıtıdır. Onu anlamak için sadece savaşları ve devrimleri değil, insani ilişkilerini de okumak gerekir.
Çankaya Köşkü'ndeki kütüphanesinde, Kur'an-ı Kerim tefsirleri, İncil ve Tevrat nüshaları yan yana dururdu. Amacı, dinleri öğrenmek ve Türkiye Cumhuriyeti'ni, tüm inançların bir arada, huzur içinde yaşayabileceği bir ülke yapmaktı. Laiklik ilkesi, işte bu derin hoşgörü ve bilgelik zemininde yükselmiştir. Bu, onun vizyonunun ne kadar geniş ve kapsayıcı olduğunun göstergesidir.

O, sadece bir milletin kurtarıcısı değil, bir medeniyetin 'yeniden doğuş' çığlığıydı. Fikirleri, sınırları aşan bir evrensel barış projesiydi. Biz O'nu her 10 Kasım'da kaybedişimizin hüznüyle anarken, aslında O, her an, kurduğu cumhuriyetin çocuklarının gözlerinde, aldığı her nefeste, attığı her adımda, biz farkında olmadan yeniden doğuyor. Atatürk ölmedi, O, Türkiye Cumhuriyeti'nin her saniye yenilenen genlerinde yaşıyor.
Aslında hepimiz, Mustafa Kemal Atatürk'ü neden bu kadar çok özlediğimizin cevabını arıyoruz. Cevap ise, 87 yıl önce kaybettiğimiz o büyük insanın, biz fark etmeden ruhumuza işlediği "güven" duygusunda saklı.
Biz Atatürk'ü özlüyoruz, çünkü O, bir milletin kaderini değiştiren iradenin adı değil, bir annenin evladına, bir öğretmenin öğrencisine duyduğu o katıksız 'güveni' temsil ediyordu. Onun arkasında durmak, tarihin doğru tarafında durmaktır.
O'nu özlemek, kaybettiğimiz bir 'istikamet'i, bir 'yön' duygusunu özlemektir. Belki de O'nu anlamanın ve özlemimizi dindirmenin en iyi yolu, bıraktığı izleri takip etmektir. Akıl ve bilimin ışığında, çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşma hedefinde, kadınlara saygıda, gençlere güvende...
O, "Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır" derken, aslında ruhunun her birimizde yaşayacağını müjdeliyordu.
Bugün, sirenler çaldığında, sadece saygı duruşunda bulunmayalım. Gözlerimizi kapayıp, kurduğu cumhuriyet için verdiği o büyük mücadeleyi, kadınlara emanet ettiği özgürlüğü, çocuklara armağan ettiği bayramı bir daha düşünelim. Ve kendimize soralım: Biz, O'nun “En büyük eserim” dediği Cumhuriyet için bugün ne yaptık? 87 yıl sonra bile hâlâ en önde yürüyen Mustafa Kemal, bizlere sadece geçmişi değil, geleceği de göstermeye devam ediyor.
Yolumuzu aydınlatan o ışık sönmeyecek.
Çünkü O, hâlâ burada, en önde.
Saygıyla, minnetle ve hasretle...
- Onur Akay Köşe Yazıları
- Atatürk
- Türkiye
- Mustafa Kemal Atatürk
- Cumhuriyet
- Onur Akay yazıları
- 10 Kasım