Pembenin, kırmızının, lilanın her tonunu taşıyan, çiçek sepetini andıran kostümlerimizi giyip evden çıktık. Çılgın kostümler ve maskeler içinde sokakları dolduran insanların arasına karıştık. Yüzlerindeki garip maskelerle dolaşan insanlara bakıp güldük. O gün maskeler eğlenmek, güzel bir gün kutlamak için takılmıştı. Bu gün ise maskeleri ölmemek için, Koronadan korunmak için takıyoruz. Nerden bilebilirdim maske takmaktan dudaklarımıza ruj süremeyeceğimizi... Nerden bilebilirdim, sevdiklerimize hasret kalacağımızı, dokunmanın suç, öpmenin imkânsız olacağını... Nerden bilebilirdim, Nevres'ten uzak kalacağımı... Nerden bilebilirdim, ya sen gel bana, ya ben geleyim sana diyemeyeceğimizi... Nerden bilirdim, kalemiyle değil de yüreğiyle yazdığı romanları, tekrar tekrar okuyarak avunacağımı... Şimdi Nevres İsviçre de ben Türkiye'de. Sütler kaymak tutat tutmaz yanındayım demişti. Gelemedi... Sevdiklerimi beklerken, korona durmak bilmedi. Can almaya doymadı, ocakları söndürüyor, iflaların önüne geçilmiyor. Tadımız kalmadı, tuzumuz kalmadı... Elimde kalanlar anılarım bir de karnaval giysilerim... O günleri anımsarken gülümsüyorum... Ne güzeldi, çicek sepetine benzeyen kostümüm... Ne güzeldi ayaklarımı sıkan ayakkabılarım... Yürek sıkıntısı, ayakların sıkıntısına benzemiyormuş. Şimdi, ya siyah, ya gri eşofman giyiyorum. Ayaklarım şişene kadar gezmek hayal oldu. Kapıdan dışarı çıkmak yasak... Dokunmak öpmekte yasak... Masal hahramanlarından daha renkliydi hayatımız. Şimdi siyah! O masalsı karnaval günü, zamanı unutmuştuk. Neredeyse akşam olmak üzereydi. Evin yolunu kaybettik. Ara sokaklara daldık, bu sokaklar biraz daha sakindi ama bir birine benziyordu. Evin yolunu bulamayınca benim de, Nevres'in de sinirleri gerildi. Nevres, sağa dönelim dese, ben sola dönelim diyordum. Kümesini kaybeden tavuklar gibiydik. Ama sokaklar bizimdi... Maskeler şenlik... Saatlerce yürümekten ayaklarım şişti. "Ayakkabılar ayağımın arkasını vuruyor, dinlenelim," dedim Nevres'e. "Dinlenme nin sırası değil. Birazdan hava iyice kararacak...
“Keşke sana uymasaydım" demez mi...
"Canımı sıkma benim Nevres...
Seni zorla mı getirdim? Eğlenirken iyiydin... Bademli şekerleri yerken de iyiydin..."
"Sıcacık evimizde yazı yazsam daha iyi olmaz mıydı? Üşüdüm..."
"Böyle bir günde ev kapanıp yazı yazsaydın, gözlerin ölü balık gözüne benzerdi. Bak şimdi mutluluktan gözlerin gülüyor,"
Başka bir sokağa saptık, tam yolu yarılamıştık, "Geri dönelim," dedi Nevres. Döndük, ayağımın arkasına baktım kanıyor. Kanı görünce bayılacak gibi oldum. Ayakkabılarımı çıkardım, yere çömeldim, "Nereye gittiğimizi bilmeden dolanıp duruyoruz," dedim.
" Keyfimizden dolanmıyoruz," dedi, öfkeli bir ses tonuyla. Tartışmaya başladık, "Ne güzel romanımı yazıyordum, günümü ziyan ettin. Seninle olduktan sonra bu romanı bitiremem imkansız." Üstünde siyah pelerin, başında canavar maskeli bir adam yanımızda zıngadak durdu. Fransız aksanıyla Türkçe, "Hanım efendi hasta mısınız?"
"Ayağımdan yaralıyım, üstelik yolumuzu da kaybettik."
"Türkçe konuşmalarınızı duydum, Türk olmalısınız..."
Nevres evet dedi. Adama, evimizin bulunduğu sokağa nereden gidebileceğimizi sordu. İsterseniz sizi evinize kadar götüreyim." Yüzünü görmediğim adamın Türk kökenli olduğunu düşündüm. Böyle bir yerde, böyle bir zamanda bizimle Türkçe konuşan, bize yardım eden birine rastlamak mucize değil de neydi? Ayağımın acısını duymaz oldum. Yol boyunca adamla sohbet ettik. Maskelerden dolayı yüzlerimizi görmesek de isimlerimizi öğrendik. Bir ara Nevres'i kastederek, "Sizin yazar olduğunuzu aranızdaki konuşmalardan anladım. Doğru söylemek gerekirse, size bu yüzden yaklaştım. Paris' te, yolunu kaybedenleri kimse evine kadar götürmez."
"Demek yazarları seviyorsunuz?" dedim. Adam hayır anlamında başını salladı. Nevres de ben de böyle bir yanıt beklemiyorduk. Evimizin sokağına varınca sevindim. Bizi evimize kadar getirme nezaketinde bulunan adama teşekkür ettikten sonra, "Buyurun bizim evde Türk kahvesi içelim," dedim. Nevres söze karıştı, "Yüz metre ilerde çok güzel bir kafe var. Mesela, yarın, sizin için hangi saatler uygun?"
"On dört otuz..." dedi adam.
"Okey..." Dedi Nevres. Adam yanımızdan ayrıldıktan sonra, yine yazar kuşkuculuğu içinde, başladı vıdı vıdı etmeye... Neymiş efendim, tanımadığımız adamı eve kahve içmeye niye davet etmişim. Adam tehlikeli biri olabilirmiş... Duygularımızla değil aklımızla hareket etmeliymişiz. Adamın daha yüzünü görmeden, kim olduğunu bilmeden teşekkür için eve davet edilmezmiş. Ben duygularıyla yaşayan bir kadınım. Bize iyilik yapan birine içimden geldiği gibi teşekkür etmek istedim o kadar. Ertesi gün, bize yardım eden adamla kafede buluştuk. Asıl bomba burası...
Size neler neler anlatacağım...